Bir ağıt İstanbul
Ezgi Hotalak
İstanbul’un gerçek sahiplerinden biri 75 yaşındaki Rum asıllı Periklis Drakos. O, son zamanlarda karşıma çıkan en naif, en kibar, en centilmen roman kahramanlarından biri. Gençliği mi? Onu karıştırmayın canım, gençliğinde herkes ufak tefek yaramazlıklar yapar. Defne Suman, Vedat Türkali Roman Ödülleri kısa listesine giren Çember Apartmanı ile yitip giden İstanbul’un izini Bay Periklis ile sürüyor.
Evet, yitip gitti İstanbul, 1955 6-7 Eylül Olayları’yla, 1964 İstanbullu Rumların sürgünüyle, 1986 Tarlabaşı yıkımlarıyla ve daha pek çok ‘gösterişli’ yıkım projeleriyle hem insanları hem tarihi binaları yıkıldı bu şehrin. 6-7 Eylül’ün karanlığı hepimizin aklındadır da 1964’ü bilmeyiz mesela. Kim bilir daha ne utanç günleri vardır bu ülkenin tarihi geçmiş karanlığında. Biz bilmiyoruz da o günleri yaşayanların hala hafızasında. Bay Periklis’in de öyle.
KORONA ETKİSİ
Tarlabaşı’nın tarihi binalarından Çember Apartmanı’nda yaşayan Periklis’in aklına, Korona günlerinde düşüyor yaşadıkları. Dünyayı kasıp kavuran Covid-19 virüsü ve peşinden gelen yasaklar hangimize bir şeyleri hatırlatmadı ki. Evlere hapsolduğumuz o durgun zamanlarda ölüm haberlerinin ardı arkası kesilmezken gözlerimizin önünden geçmiş yaşantılarımız bir film şeridi gibi geçti. Fakat Periklis’i gençliğine sürükleyen bir neden daha vardı ki kendinden utandırıyordu bu neden onu, yaşından utandırıyordu. Aşık olmuştu Bay Periklis hem de kendinden onlarca yaş küçük genç bir kadına.
Öyle ya yaşlanınca duygularını aldıramıyor insan. Periklis de öyleydi, yaşına göre dinç bir bedeni ve aşka kapanmamış bir kalbi vardı. İstanbul’da bir ev arıyordu Leyla. Gerçek İstanbul’u yansıtan bir ev. Bay Periklis, emlakçı Ferit’in yanında onu görür görmez aşık olunca aklına bir fikir geldi. Çember Apartmanı’nda yaşamalıydı Leyla. Bu, evden çıkamadığı günlerde varlığıyla hayat vermeliydi ona. Aklına geleni yaptı Bay Periklis. Yok pahasına sattı alt kattaki dairesini. Artık Leyla ona birkaç basamak merdiven kadar yakındı.
BİZ İYİ İNSANLARIZ
Yaşlı kalbi seneler sonra tekrar aşık olunca eski aşkları geldi Periklis’in aklına. Eski aşklar, hatırlamak istemediği çocukluk anılarına da götürdü onu. Henüz küçük bir çocuk olduğu 6-7 Eylül Olayları’nda evleri basılmış, baltalarla vitrinleri kırılmış, bir Türk tanıdığın koşup gelmesiyle hayatta kalabilmişlerdi. Onu en acıtan şeyse mahalleden tanıdığı arkadaşlarının o eli sopalı güruhun içinde oluşuydu. “Bizi tanıyorlar, biz iyi insanlarız, neden böyle yapıyorlar” diye geçiyordu çocuk aklından düşünceler. Fakat bunun iyilikle kötülükle ilgisi yoktu. Bu siyasi bir kışkırtmaydı. Ve bundan yıllar sonra bir sürgünle annesinden babasından ayrı kalacaktı Periklis.
Henüz 1964 İstanbullu Rumların sürgününün yaşanmadığı, 6-7 Eylül Olayları’nın da kanaya kanaya unutulduğu günlerde Ülker’i tanımıştı. Şimdi elli yılı aşkın zaman geçiyor ve Leyla, Bay Periklis’e Ülker’i hatırlatıyordu. Aşk ne garip şeydi. O zamanlar Ülker’in çocuk kalbi onu deli gibi isterken ona türlü bahanelerle hak ettiği karşılığı vermemiş, şimdi 75 yaşında Ülker’i Leyla’da aramıştı yüreği. Sahi bir Türk kızıyla görülmemek için ne taklalar atmıştı o zamanlar. Ülker onu terk ettiğinde de hemen bir Rum kızı bulmuş, bir psikiyatri koğuşunda gördüğü güzeller güzeli Markela’ya tutulmuştu. En güzel günleri de yaşatmıştı ona karısı Markela, en kötü günleri de. Ama dönüp dolaşıp Ülker’i bulmuştu Bay Periklis.
KULAKLARIMI TIKARIM; TARLABAŞI’NI YIKARIM
Ülker 20 yıl sonra İstanbul’a döndüğünde hiçbir şeyi eskisi gibi bulamadı. Ne Periklis’i ne de İstanbul’u. Periklis boşanmak üzere olsa da evliydi, bu şehirse yıllar içinde çok şey kaybetmişti eski güzelliğinden. 1986 Tarlabaşı yıkımlarıyla daha da çekilmez olacaktı. Rant peşinde koşanlar, eskiye dair ne varsa yakıp yıkmaya yeminli gibiydi. Tüm itirazlara rağmen dönemin Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, “Kulaklarımı tıkarım, Tarlabaşı’nı yıkarım, cezam neyse çekerim” diyecek ve böylece bir tarih yok edilecekti. Tüm bu yıkımların ardından bir kez daha Ülker’i kaybedecekti Periklis, seneler sonra yaşanacak salgın günlerinde Leyla’da onu göreceğini bilmeden… Evet, şimdi Leyla ile en güzel kavgasını verecekti. Bay Periklis, Çember Apartmanı’nı iktidar ve sermayeyi arkasına alan inşaat sektörüne, dışı şaşaalı içi ‘boş’ projelere karşı Leyla ile savunurken aklında hem Ülker hem de İstanbul olacaktı…
Kitabın son sayfasını okuyup kapağını kapadığımda, bir İstanbul ezgisi çalınıyor kulağıma; Ezginin Günlüğü’nden… İstanbul İstanbul dedim, sana geldim/İstanbul İstanbul, geldim de ne buldum… Pencereden dışarı takılıyor gözüm, estetikten yoksun gelişigüzel sıralanmış çirkin yapılardan başka bir şey göremiyorum. Çocukken böyle görünmezdi gözüme İstanbul. Sanki o zamanlar her şey daha güzeldi. Kitaplığa yönelip Çember Apartmanı’nı rafa kaldırıyorum. Aradan bir saat geçiyor geçmiyor, aklıma geliyor Bay Periklis… Acaba şimdi ne yapıyor?